2010-02-23

KIYAMET

Kıyamet kelimesi Kur'an'da 70 yerde geçmektedir. Deyi­min kökü olan kıyamdan türemiş kelimelerin sayısı ise 200 civarındadır.

Kıyamet, içinde yaşadığımız dünyanın ve onun bünyesin­de yer aldığı evrenin parçalanıp dağılması ve bütün şuurlu varlıkların hesap vermek üzere Yaratıcı'nın huzurunda, ma­hiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde kıyam etmesi olarak bilinir. O gün Allah bütün tartışmaları sonuçlandıracak, çelişmeleri bitire­cek ve hayat serüveninden herkesi hesaba çekerek iyilikle kötülüğün karşılıklarını verecektir. (Örnek olarak bk. Baka­ra, 113; Âli İmran, 185; Nisa, 87; Enbiya, 47; Hac, 9)

Kur'an bugüne din günü demekte ve onun tek yargıcının Allah ol­duğunu belirtmektedir. (Fâtiha, 3)

Buraya kadar anlattıklarımız, kıyametin akla ilk gelen anlamlarıdır.

Bu anlamdaki kıyamete ‘büyük kıyamet’ diyebiliriz.

Kur'an incelendiğinde görülür ki, bu büyük ve genel kıyametten başka sayısız küçük kıyametler vardır.

Hayat sahnesinde her an milyonlar ve milyonlarca kıya­met yaşanmaktadır. Evrende bir hiç denecek ka­dar küçük bir yer tutan insan vücudunda da, her an bin­lerce kıyamet yaşanmaktadır.

Kur’an’a göre, her varlık bir âlemdir ve her âlem birçok kıyamete sahnedir.

Toplumların da kıyametleri vardır.

Kur'an ve hadis iyi incelenirse görülür ki, kutsal metinlerde ge­çen kıyamet kelimesi, şuraya kadar açıkladığımız kıyamet­lerden bazen birini, bazen öbürünü, bazen de hepsini birden ifade eder. Hadis veya ayet, bir sosyolojik değerlendirme ya­pıyorsa, kıyamet sözü toplumun çöküşü anlamını taşıya­caktır. Örneğin, bir hadiste şöyle denmektedir:

“Emanetler, görevler layık olma­yanlara verildiğinde kıyameti bekle.”

Burada­ki kıyamet, toplumun çöküşüdür. Çünkü emanetlerin ehil olmayan ellere geçmesi toplumu yıkar. Yani, burada bir sos­yolojik kıyamet söz konusudur. İsra Suresi, 16'ncı ayet ise şöyle diyor:

“Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz.”

Burada da bir sosyolojik kıyamet tablosu çizilmektedir. Toplumu sömüren şımarmış, azmış odaklara Yaratıcı Kudret fırsatlar veriyor, fakat onlar buna kulak asmayarak zulüm ve tahriplerine devam ediyorlar. Nihayet, o toplum batıyor.

Biz bu batışları, değişik isimler ve tablolar olarak seyrediyoruz.

Sistemler, rejimler çöküyor, devrimler birbirini izliyor, imparatorluklar dağılıyor ve nihayet dünya haritası durmadan değişiyor. Bütün bunlar din terminolojisindeki kıyamet deyiminin belirişleridir.

Toplumsal kıyamete sebep olacak birçok olumsuzluk da hadislerde ifadeye konmuştur. Bunlardan bazıları şöy­le verilmektedir:

“İnsanların en hayırlıları, ahmak, aptal diye adlandırılmadıkça kıyamet kopmaz.” (Tirmizî'den naklen, Aclûnî, 21351)

“İnsanlar öyle bir zamanla karşılaşırlar ki, herkes kurtlaşır ve kurt olmayanları ötekiler yer.” (Taberânî'den naklen Aclûnî, 2/279)

“İnsanlar kendilerine ait mescitlerle övünme yarışı­na girmedikçe/mescit yapma yarışına girmedikçe kıyamet kopmaz.” (Ebû Davûd ve Nesaî'den naklen, et-Tâc, 1/243)

Kıyametin arefesi sayılacak zamanlara hadis dilinde âhir zaman/zamanın âhiri deniyor. Yani çöküşün arefesi demektir. Hangi kıyametten söz ediyorsanız âhir zaman onun arefesi olacaktır.

Örneğin, küresel felaketlerden söz ettiğimizde âhir zaman bu felaketlerin arefesi olur. Günümüzde dünyamız, işte böyle bir arefeyi yaşamaktadır.

Türkiye de bir kıyametin arefesindedir.

2010-02-22

KAN


Bu resim ne? Kan mı?
Kansa, kimin kanı? Nerede?
Yerde mi? O zaman yerde olsa bile hala yerde mi?
Tabii ki hala yerde. Başka nerede olabilirdi ki?

Adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir yerde,
hukuk da yerde,
hak da yerde,
kan da yerde...

Büyük şair, yazar ve hukukçu Merhum Mithat Cemal Kuntay,
"Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır.
Toprak; eğer uğrunda ölen varsa, vatandır!.."
diyerek kanı da vatanı da çok güzel ifade ediyor ama
bu anlamsız yere yok yere akan kana kim ne diyecek?

Kula kulluk edenlerin, paraya ve makama tapanların var olduğu ülkelerde, bölgelerde, şirketlerde adaleti beklemek zordur. Ama zor olduğu kadar da değerlidir. Adalet şarttır. Adalet hava gibidir, su gibidir. Ve adalet mutlaka tecelli eder.

Adaleti tecelli ettirmek insanların görevidir. Ama sadece insana bırakılmamıştır. İnsan vazifesini yaparsa, ne ala; yapamazsa, o zaman İlahi Adalet devreye girer. Hedef kısa vadede adalettir. Olmazsa, orta vade için çalışılır. O da olmazsa, İlahi Adalet'i beklemek icap eder ki İlahi Adalet'in Kılıcı, kılıçların en keskini, en iyisi, en güzelidir...

Adalet, haksızlığa karşı bir cezadır. Mazlumu ferahlatır, zalimi cezalandırır. Bunlar çok önemli şeylerdir ama amaçlar daha da fazladır.

Adalet, geçmişteki bir haksızlığa karşı verilen bir ceza olmasının yanında gelecekteki haksızlıkları daha gerçekleşmeden engelleyen veya en azından azaltan bir mekanizmadır.

Selam olsun, adalete değer verenlere ve adalet için mücadele edenlere. Onlar her durumda galiplerdir...

Yazıklar olsun, adaleti gerçekleştirme imkanına sahip oldukları halde kendilerine verilen imkanlara layık olamayanlara, ihanet edenlere. Onlar da mutlak mağluplardır...

Şu bir gerçek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne güzel öğüt veriyor. Allah Semî'dir, çok iyi duyar; Basîr'dir, çok iyi görür. (Nisa Suresi, 58. Ayet)

Ey iman edenler! Öz benliğiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık edenler olun. Allah, ikisine de sizden daha yakındır. O halde, nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın. Eğer dilinizi eğip büker yahut çekimser kalırsanız, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. (Nisa Suresi, 135. Ayet)

Ey iman edenler! Adalet ve dürüstlüğün tanıkları olarak Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğun çirkinlik ve kötülüğü sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun! Bu, takvaya / korunup sakınmaya daha uygundur. Allah'tan sakının. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. (Maide Suresi, 8. Ayet)

Kıyamet günü için adalet terazilerini kuracağız / adaleti terazilere koyacağız. Hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmeyecek. Hardal tanesi kadar birşey olsa onu ortaya getiririz. Hesapçılar olarak biz yeteriz! (Enbiya Suresi, 47. Ayet)

Yüzlerce sene evvelinde yaşayan bazıları;

Onlarca senelik arkadaşlarının, dostlarının hunharca feda edilmelerinin ardında kalan kanları bile unutarak şeytan varlıklarına melek imkanlarını yağdırmaya devam edebilirler.

Öyleleri;
İstiklal Harbi'nde olsalardı, ülkemizin bayrağı belki de anlamsız ama ilginç şekilli bir geometriye sahip olurdu.

Öyleleri;
Kosova'da olsalardı, Osmanlı belki ayı da ve yıldızı da kullanırdı ama kırmızıdaki beyazın asaletini anlayamazdı.

Öyleleri;
Malazgirt'te olsalardı, Alparslan beyaz kefeni olan savaş elbisesini giymezdi çünkü beyazdaki kırmızının heyecanını yaşayamazdı.

Kahraman kardeşimizin pak kanı;
O Bizans yerinden temizlendi ama acısı hala dinmedi.

Kardeşimizin mezar taşı bile eskidi.

Kardeşimizin sadece kemikleri kaldı...

Kardeşimize sebep olanlar ise kardeşimizin kardeşlerinin haklarını yiyerek şişmanlamaya, kahkaha atmaya, zulüm yapmaya, gülüp eğlenmeye devam ettiler.

Doğruyu yapmakla mükellef olarak, emanet olan yetkiyi elinde bulunduranlar da o melunlara seyirci kalarak veballerine vebal eklemeye devam ettiler...

Kirleri yetmedi, bereketsizlikleri yetmedi, karanlıkları yetmedi, eleman kayırmacılıkları yetmedi, insan harcamaları yetmedi, çalışma hataları yetmedi, saltanatları yetmedi, şahsi işleri için ortak imkanları kullanmaları yetmedi...

Canımızdan bir canı bile aldılar.
'Hatadır' da demedirler, 'Gaflettir' de demediler.
Yüzsüzlüklerine yüzsüzlük, zulümlerine zulüm eklediler.
Cenaze boykotunu bile şeytanla ortaklık edip uyguladılar

Ve beklediler...

Beklesinler bakalım, maddi menfaatleri için her türlü manevi değerleri ile oynadıkları o şanlı müessesenin adaletini, isimlerinin bazıları;
Câmî: Toplayan, bir araya getiren. Mahşer günü herkesi hesap vermek üzere huzurunda toplayan.
Cebbâr: Yapılmasını istediği şeyi, istediğinde zorla yaptıran.
Kaadir: Kudretin kaynağı ve sahibi.
Kaahir: Yarattıkları üzerinde hüküm ve egemenlik kuran. İstediğinde kahır ve baskıyla sindiren.
Kadîr: Gücü herşeye ulaşan, herşeyde hissedilen.
Kahhâr: Gerçeği örtüp buyruklarına karşı çıkan inkârcıları kahrı altında ezen.
Kayyûm: Kudretin kaynağı. Kudretiyle herşeyi kıvamında tutan.
Melik: Güç, saltanat ve yönetimin en yüce sahibi.
Melîk: Mülk ve saltanatı istediği şekilde dağıtan.
Mucîb: En iyi şekilde, en kısa zamanda cevap veren. Kullarının istek ve yakarışlarına aracısız cevap veren.
Müsteân: Kendisinden yardım ve destek istenen, darda ve zorda kalanın baş vurduğu ve yardım dilediği kudret.
Mütekebbir: Ululuk ve yüceliğin kaynağı olan. Kibre sapanları hizaya getiren.
olan
Yüce ALLAH  da onların temsil ettikleri değerlerden nasıl alacak?..

Beklesinler bakalım, kendi vadeleri geldiğinde canları nasıl çıkacak, parçaları nasıl atılacak?..

Beklesinler bakalım, inansalar da inanmasalar da...
İnanıyorlarsa, hala orada ne arıyorlar?
İnanmıyorlarsa, korkmalarına gerek yok. En azından şimdilik...

Not: Yazıda, herhangi bir hatanın hiçbir zaman yapılamayacağı iddia edilmemekte (Her insan hata yapabilir. Önemli olan, hata yaptıktan sonra gereğini yapmaktır.) ancak çağımızdaki gelişmiş ülkelerde yönetime gelen idareciler, hedeften az miktarda sapınca bile kendilerini yetersiz bularak istifa ederlerken, yüzlerce sene evvelindeki aşırı miktardaki hatalarını kabul edilebilir şeyler gibi değerlendiren zihniyetlerin yıkıcı etkileri eleştirilmekte ve tarihten ders alınmasına gayret edilmektedir. (Lawrence zihniyeti yani sitenin en büyük hayranlarından bir grup, muhtemelen bu yazıyı da hemen yazdırır ve koşa koşa yetiştirir. Yerlerinde duramıyorlar. Güdücü efendilerinin güdümünde devamlı geziyorlar. Ekmek elden, su gölden...)

2010-02-04

AMAZON

Amazonlar...

Nehir değil, tarihin en ilgi çekici konularında birisi. Çağımızdaki durumun tam tersine, kadın egemen bir sistemin kahramanları.

Mitolojik bir konu olan Amazonlar'ın veya en azından benzerlerinin gerçekte yaşadıkları da iddia edilir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Amazonlar adresinden ve ilginizin devam etmesi durumunda başka kanallardan detaylı bilgi sahibi olabilirsiniz.)

Bize göre de gerçekte yaşamışlardır. Kadınların egemen oldukları birçok toplumun var olduğu tarihi bir gerçektir. Tabiata bile 'Tabiat Ana' denilmesi boşuna değildir.

Bizans da yani Doğu Roma İmparatorluğu da Orta Çağ'a damgasını vuran bir yapı olarak Amazonlar'dan etkilenmiş olmalıdır çünkü kaynaklara göre kadınların günlük hayatta çok etkili oldukları ifade edilmektedir.

Buraya kadar bir gariplik yok çünkü birçok bölge gibi Bizans'ın da o sistemden etkilenmesi normaldir. Gariplik bundan sonra başlamaktadır çünkü özellikle mitolojideki Amazonlar savaşçı özelliklerine ilaveten güzellikleri ve zerafetleri ile de öne çıkıyorlardı.

Herşeyin ters olduğu Bizans'ta o konuda da herhangi bir istisna olmamış yani oradaki Amazonlar veya Amazon benzerleri de normal Amazolar'dan çok farklı durumdalarmış. (Bizans'ta normal kadınlar da varmış ki onlar yazıya konu olan gruptan bağımsızdırlar.)

Şimdilerde olsa onlara 'Sanal Amazon' veya 'Sahte Amazon' veya 'Taklit Amazon' denilebilirdi. O zamanlar herhangi bir ifade kullanılmadan sadece hem kadınları hem de erkekleri uyarmak yeterli bulunmuş ve halka çok dikkat etmeleri tavsiye edilmiş.

İnsan Kaynakları'nın önemli konularından cinsiyet ayrımcılığının (Çağımızdaki erkek lehine yerine kadın lehine yapılan bir ayrımcılıktır.) kökenlerini o günlere kadar götürmek mümkündür. Kendilerinden, birkaç kişi hariç herkesi nefret ettiren ve birkaç kişiye sırtlarını dayayarak girdikleri her ortamı bozan o tiplerin, Bizans'ın çökmesinde çok önemli bir etki yaptıları düşünülmektedir.

Bizans'ı da kendilerine benzetmişler: Kasvetli, karanlık, berektsiz, kirli, pis, bitik, yitik... Ve Bizans, öyle çürümüş ki daha kariyerinin başındaki bir padişaha bile yem olacak duruma gelmiş.

İçlerinde öyleleri de varmış ki onları ne erkeğe ne kadına ne de Amazon'a benzetebiliyorlarmış.

Onlar hakkında yapılacak sadece iki şey varmış: Özellikle aç karnına yüzlerine bakmamak ve ibret almak...