2010-05-04

GM TİPLERİ

Ali ile Veli andaval mı andaval, mankafa mı mankafa, dangalak mı dangalak, ablak mı ablak iki arkadaşmış. Bunlar birgün on civarında ortak ve yüz kadar çalışan bulup, bir şirket kurmaya karar vermişler. İkisi de acaip geri oldukları için hangisinin gerilikte daha ileri gittiğini anlamak pek mümkün değilmiş ama görünüşe göre Ali biraz daha az geri olduğu için nisbeten daha kurnazmış ve GM konusundaki o kendisini adeta kudurtan ve çıldırtan hırsını da Veli'ye kabul ettirmeyi planlamış. Aralarında şu konuşma geçmiş:

A: Veliii, la Veliii. Gel la gel. Yırtık abicim. Yırttık.
V: Nasıl abisi? Yine bi plan mı yaptın şirket için?
A: Malı götürücez. Köşeyi dönücez. Paraya para demicez.
V: Ne dicez peki? Bi düşünelim ama nasıl düşünülüyodu ya?
A: Düşünür gibi yap yeter. Seninle süper işbirliği yapıcaz, di mi?
V: Yaparız, yaparız. Bence çok başarılı oluruz. Kafa var bizde.
A: Tabii plan, program ve işbölümü de yapmamız lazım haaa.
V: Olur. Onu da yapalım hemen. Toplantı yapıp mı halledelim?
A: Yok lan. Bunu hemen halledelim. Ben GM oluyum.
V: Ol da GM ne? General Motors mu?
A: Ne alakası var lan? O dediğin bi şirket. Amerikan mı ne.
V: Haaa. Pardon. Şirket olunca şirkette olmuyo, di mi?
A: Olmaz tabii aslanım. Biraz kafanı çalıştır.
V: O zaman harflerden gidiyim. Tamaaam. Güdümlü Müdür mü?
A: Dalga mı geçiyosun lan? Güdümlü Müdür diye ünvan mı olur?
V: Olmaz mı abi?
A: Olmaz tabii oğlum. O ancak sıfat olabilir.
V: Ben bulamıyorum abisi ya.
A: Genel Müdür aslanım, aptalım, salağım. Genel Müdür!
V: Haaa. Anladım. Sen Genel Müdür ol. Ben de Müdür oluyum.
A: Hah. İşte sonunda iyi bi iş adamı oldun bak. Müthişsin.
V: Yok canım. Sen müthişsin Alicim, abicim, adicim.
A: Adi mi dedin sen bana?
V: Yok ya. Sen müthişsin aslanım, kaplanım, çakalım.
A: Ne çakalı ulan hödük?
V: Çalışanlara çakalım diyorum liderim, başkanım, soytarım.
A: Soytarı kim ulan dingil?
V: Ortakları soyalım diyecektim müdürüm, pırlantam, çakmam.

Konuşmalar işte böylece sürüp gitmiş. Ali ile Veli, GM - Güdümlü Müdür - Genel Müdür konulu konuşmalarının ardından iş hayatına atılmışlar. Ali seviniyormuş çünkü Veli'nin kontrolü tamamen kendisine bıraktığına karar vererek onun tam bir enayi olduğunu düşünüyormuş. Veli de seviniyormuş çünkü tam bir kalas olmasına rağmen kendisini olduğundan daha da kalas gibi göstererek Ali'nin gardını indirttiğini ve o şekilde devam ederek kendisini Genel Müdür zanneden arkadaşı yükü sırtlarken aslında kendi kontrolündeki bir Güdümlü Müdür olacağını düşünüyormuş. Peki hangisi kazanmış?

Bu tip bir durumda istatistik olarak iki tarafın da kazanması mümkün değildir ve normal şartlarda Ali de kazanmış olabilir, Veli de kazanmış olabilir, yanlış işbirliği ile ikisi birden de kaybetmiş olabilir. Yani normal bir durumda 3 ihtimal var. Yazının başındaki bilgi ise durumun normal değil, anormal olduğunu belirtiyor. O bilgiyi hatırlayalım: 'Ali ile Veli andaval mı andaval, mankafa mı mankafa, dangalak mı dangalak, ablak mı ablak iki arkadaşmış.' Dolayısı ile böyle iki kişinin tek tek de çift çift de başarılı olmaları matematik, sosyoloji ve psikoloji kurallarına göre mümkün olmayacağına göre zaten gerilikte ileri gitmiş iki arkadaşın bir de daha ilk andan itibaren birbirlerine entrika yaparak karıştırdıkları işlerinin batması kaçınımaz bir tabiat kanunudur. İşi bir gemiye benzetirsek, durum daha da ilginç oluyor çünkü bir geminin batması için denizde olması gerekir. Bunların ise gemiyi değil denizlere açmak, tersaneden çıkarmaları bile çok düşük bir ihtimaldir. Eğer denizdeki bir gemiyi bir şekilde devralmış veya ele geçirmiş olsalardı, o zaman batırmalarından bahsedilebilirdi ama bunların gemiyi batırmayı bile beceremeden olduğu yerde çürütmeleri en beklenilir neticedir.

Not: Yazıda, Ali ile Veli olarak anlatılan iki kişi tamamen hayalidir ve isimleri gerçekten Ali ile Veli olan hiçkimse kastedilmemektedir.


2010-05-01

MUZ ŞİRKETİ

Muz Cumhuriyeti'nde M.Ö. 1955 senesinde kurulup M.Ö. 1895 senesinde batan Muz Şirketi'nde, bir süre çalışmış bir kişiye ait olduğu düşünülen bazı el yazmaları bulundu. Hatıraların işle ilgili kısımlarında ilginç bir bölüm var. Şöyle yazıyor:
"Muz Şirketi'nde, normalde kısa ama o şartlarda uzun süre çalıştım. İnsanlarla ilgili de çalıştım. Şükürler olsun ki mahçup olacağım kimseyi şirkete sokmadım. Zamanla hayırlı olan o yer, şerli hale geldi. O zaman da başka bir yöntemle insanları anlamaya başladım: Yaprak Dökümü başladı yani gelmelerine sebep olduklarımın, gitme yani kendilerini kurtarma dönemleri başladı. Zaten biliyordum ama o zaman emin oldum ki hakikaten uygun kişiler seçilmiş. Oranın hayırlı hali için alınan kişilerin ne kadar isabetli tercihler oldukları, oranın şerli halinden ayrılmalarıyla tescillenmiş oldu..."

İlerleyen kısımlarda o zaman için kehanet gibi olan ifadeler var:
"Burası çok değişti. Bütün ilkeler ayaklar altına alındı. Adalet yok edildi, zulüm meslek bellendi. Kifayetsiz muhterislerin oyun sahası haline geldi buralar. Böyle giderse, köklü olduğuyla övünen Muz Şirketi; değil tarih, fosil olacak. Yerinde yeller esecek. Yerine yeni yerler gelecek. Bunlar, şirketi kendilerine benzettiler. Bu gidişle, ne cismi kalacak ne de ismi. Bundan birkaç bin sene sonra hiçkimse Muz Şirketi'ni bilmeyecek bile. Muz Şirketi'ni mahvedenleri ise sadece tarih, o da yaptıkları haksızlıklardan dolayı verecekleri hesap yüzünden bilecek..."

En ibret verici kısım ise tek cümle ile ifade ediliyor:
"Korkarım ki bunlar işleri öylesine rezil edecekler ki buranın çöküşüyle birlikte ülkemizin adını taşıyan Muz Şirketi yüzünden ülkemizin ismi olan 'Muz Cumhuriyeti' sadece alay için kullanılır olacak!"

BİR CİHAZ

Bazılarının çok işine yarayabileceğini hatta hayatlarının vazgeçilmezlerinden birisi olabileceğini düşündüğümüz bir cihaz var: Takometre.

Takometre, Türk Dil Kurumu'na göre takograf olarak da ifade edilen, motorlu araçlardaki hızı ve sinemacılıkta kameraya takılan, çekim sırasında geçen kare sayısını ölçen cihazdır. Takometre bir başka çeşit ölçüm için de kullanılmaktadır. Bizans'ta yaşamış olan ve günümüzde sahte koç, sahte uzman, sahte danışman gibi kelimelerle ifade edebileceğimiz şarlatanlar takımının, uyanıklıklarıyla elde ettiği kazançları ölçmek için icat edilmiştir.

Bizans'taki o şarlatanlar öylesine kurnaz şekilde camiaya nüfuz etmişler ve Bizans'ın güdümlüklerini öylesine etkilemişler ki önce milleti birbirine düşürmüşler sonra da birkaç etkili etkisizi veya etkisiz etkiliyi sistematik ve periyodik olarak söğüşlemişler.

Söğüşlemeleri öylesine ciddi ve vahim boyutlara varmış ki artık olayın boyutlarını anlayabilmek için bir alet gerekir olmuş. Bizanslı bazı gönüllüler de aralarından bir mucit arkadaşlarını ikna ederek aleti yaptırmışlar.

Olay çok basit olduğu için alet de çok basitmiş. Konuyu bilen Bizanslılar'ın arasında, elden ele ve gizlice dolaştırılarak istenildiği zaman hemen ölçüm yaparak neticeyi yüzde birkaç mertebesindeki bir hata payıyla verebiliyormuş. Ancak bir eksiklik varmış: Aletin daha ismi yokmuş. Ona da birşey bulmaları gerekiyormuş.

İşte o zaman da söz sanatında usta olan birisi ortaya çıkarak şu konuşmayı yapmış: "Arkadaşlar, bu şarlatanlar bizi acaip söğüşlediler. Bunlar bize çok fena taktılar. Hem de öyle bir taktılar ki yan yana koysak Doğu Roma'dan Batı Roma'ya kadar rahat gider. Yani şuradan bizim Patrik uzatsa, oradan onların Papa tutar. Acaip birşey bu iş. O yüzden biz bu cihaza takmayı ifade etmesi için 'tako' ve mesafeyi ifade etmesi için 'metre' diyelim. Bunun adı Takometre olsun arkadaşlar."

Konuşma müthiş bir çoşkuyla karşılanmış ve teklif, oybirliğiyle alkışlar arasında kabul edilmiş. İşte o gün bugündür, Bizans'ta icat edilen o aletin adı Takometre olarak dilden dile dolaşmış ve modern dönemlerdeki hız ölçümü için kullanılan Takometre cihazının da hem işlev hem de isim olarak ilham kaynağı, adeta atası olmuştur.