2011-01-05

KARINCA ASLAN

Karınca, her sabah erkenden işine gelirek mesaisi boyunca neşe, şevk ve zevk içinde çalışırdı.

Patronu olan Aslan da Karınca'nın başında yöneticisi olmadığı halde o kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karı ve verimliliği artırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer Karınca başında bir yönetici bile olmadan bu kadar faydalı olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi varken kim bilir neler yapardı?

Bunun üzerine, başarılı bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği'ni işe aldı. Hamamböceği, Karınca'nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe de izin vermeyecekti.

Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bunun için hem telefon trafiği hem de arşiv işleri için Örümcek işe alındı.

Aslan gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği'nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanacaktı.

Hamamböceği, bu raporları hazırlayabilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek işe alındı.

Bir zamanlar mutlu ve üretken olan Karınca, bu yeni çalışma düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük kısmı manasız soruları cevaplamak ve fuzuli evrak işlerini yapmakla geçiyordu. Zamanının küçük kısmının büyük kısmı da zamanının küçük kısmının küçük kısmında yapacağı işler hakkındaki toplantılarla geçiyordu.

Aslan, Karınca'nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyültmek için bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği'ni işe aldı.

Rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği'nin ilk icraatı, ofisini yeni ve lüks mobilyalarla döşemek oldu. Tabii ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya da ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski iş yerindeki yardımcısı Tahtakurusu'nu işe aldı. Ölçme biçme işlerine düşkünlüğü cümle alem tarafından bilinen ve metresini elinden düşürmeyen bir çalışma(ma) arkadaşından esinlenerek kişisel yardımcının bir değişik versiyonunu hedefleri arasına koymayı da ihmal etmedi.

Karınca'nın çalıştığı yer, giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir ortama dönüşmüştü. Ağustosböceği de patronu Aslan'ı, ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.

Bunun üzerine Karınca'nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü fark etti. Problemi çözmesi için hemen son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir danışman olan Baykuş'u işe aldı.

Baykuş, Karınca'nın departmanında üç ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltler tutan muhteşem bir rapor yazdı. Raporun ana fikri şuydu: Departmanda aşırı istihdam vardı...

Aslan, raporu inceledikten sonra radikal bir karar verdi ve tabii ki ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı...

Artık Karınca'nın işleri sayesinde büyümüş olan o yer, Karıncasız kalmıştı. Artık Karınca'nın işlerinden dolayı işe alınanlar boşa çıkmışlardı. Artık küçülmeye ve bir kara delik gibi kendi üzerine çökmeye başlayan yani bitmeye başlayan o başı boş ve başı bozuk yeri yılanlar, çıyanlar, akbabalar, ayılar, yaban domuzları, leş kargaları sarmıştı. Artık İlahi Adalet çok ama çok yaklaşmıştı...

Not: Yazı; internette dolaşmakta olan tamamen hayali bir hikayenin bir miktar değişmiş ve gelişmiş halidir, hikayedeki olaylar da gerçek hayattaki bazı durumlara benzeyebilirler ancak yazı ile hiçbir bir gerçek kişi ve/veya gerçek kuruluş arasında hiçbir bağlantı kurulmamalıdır ki (varlığını tahmin hatta tahayyül etmek imkansız mertebede olan) dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda hikayedekinden de vahim olan, mesela şeytan uşaklarının gaflet, dalalet ve hatta hıyanet suçları sayesinde ALLAH düşmanlarının cehennemlerine kadar meskenleri olan yer(ler) eğer var ise(ler) de her birisi vazifelerini eksiksiz yapan karınca, aslan, hamamböceği, örümcek, sinek, ağustosböceği, tahtakurusu, baykuş gibi kıymetli canlılara, mevcut olmayan benzerlikler isnat edilerek, hakaret edilmiş olunmaya...

KIRAÇ

"Bir gün bana Koç Holding Otomotiv Grubu Başkanlığı'nı teklif ettiklerinde sevinmiş, "Can! Beklediğin başkanlık sonunda karşına çıktı." demiştim.

İlk toplantımıza Bernar Nahum'u da davet ettim. Söze "Başkanınız olarak..." diye başlayacaktım ki Bernar Bey durdurdu: "Sen başkanlığı benim olmadığım yerde yaparsın." dedi. "Ben varken benden başka kimse başkanlık edemez."

Sıra Koç Holding İdare Komitesi Başkanlığı'na gelmişti. 1987 yılı. Onur duymuştum. Arkadaşları topladım. Rahmi Koç'u da. "Başkanınız olarak sizleri selamlıyorum." demiştim ki Rahmi Bey sözümü kesti: "Benim bulunduğum yerde benden başka kimse başkanlık edemez."

Böylece Koç Topluluğu'nda başkan olma düşümün gerçekleşmeyeceğini geç de olsa anlamış oluyordum."

2010-12-22

GOETHE

- Açlık, en akıllı balıkları bile oltaya getirir.
- Akılsızlar, hırsızların en zararlılarıdır. Zamanınızı ve neşenizi çalarlar.
- Anlayamadığımız şeyler bizim olamaz.
- Aşık olmadıktan sonra, kalbimiz ne işe yarar ki?
- Aşk ve sevinç, büyük çabaların kanatlarıdır.
- Aşk, imkansız bir çok şeyi mümkün kılar.
- "Aşkın gözü kördür." derler... Yalan! Seven, sevdiğinde başkalarının gördüğünün en az iki katını görür.

- Başkalarına yararlı olmayan bir hayat, erken ölümdür.
- Başkalarının değil, kendinin en iyisiyle yarış.
- Bir dakikalık zevk insana binlerce dakikanın işkencesini unutturabilir.
- Bir millete yapılacak en büyük kötülük, o milletin diliyle oynamaktır.
- Biz Avrupa milletleri medeni imkanlarımıza rağmen Muhammed'in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki bu yarışmada hiç kimse O’nu geçemeyecektir.
- Bütün inisiyatif ve yaratma eylemleriyle ilgili bir tek basit gerçek vardır, kişi kendini gerçekten adadığı anda, 'kader' de harekete geçmektedir.

- Cüretkar fikirler öne çıkan satranç taşlarına benzer. Yenilebilirler, fakat oyunu kazanmaya başlamış da olabilirler.

- Çağımızın ahlaksızlığından ne şikayet ediyorsunuz? Daha iyi değil mi? Siz ahlaklı olursanız, itibarınız daha artar.
- Çözümde görev almayanlar, problemin bir parçası olurlar.

- Deliler ve akıllılar, aynı derecede zararsız kimselerdir. Asıl tehlikeliler yarı deli ve yarı akıllı olanlardır.
- Deniz ne kadar dalgalı olursa olsun, sonunda durulur.
- Dünyada herkes mutlu olmak ister; fakat sizi mutlu eden şey ne olduğunuz ve ne yaptığınız değil, sizin görüş ve duyuşunuzdur.
- Düşüncelerini tam ve yerinde kelimelerle ifade edemeyen, yanlış tartılarla iş görmeye çalışan satıcıya benzer.
- Düşünmek kolaydır, yapmak zordur. Dünyada en zor olan şey de düşünüleni yapmaktır.

- Eğer herkes, birer fert olarak kendi vazifesini başarır, kendi meslek ve sanatında gayret gösterirse, o zaman genelin refahı temin edilmiş olacaktır.
- Eğer su kaynağı senin kendi ruhundan fışkırmazsa, susuzluğunu dindiremez.
- Eğer yolunu şaşırmazsan, hiçbir zaman akıllanmazsın.
- Elinde sadece hava, ışık ve dost sevgisi kaldıysa, hiç üzüntü çekme.
- En büyük mutluluk, her hangi bir yerde tesadüf edebilir.
- En büyük zorluklar, onları aramadığımız yerlerden çıkar.
- En önemli şeyler, asla en önemsizlerin insafına bırakılmamalıdır.
- Erkekler yaşlanır, kadınlar değişir.
- Erkeklerin aklı ev kadını arar ama kalbi ve hayal gücü başka özellikler peşindedir.
- Eskiden derdim ki: "İnsanın başına gelebilecek en kötü şey, bir gün yapayalnız kalmasıdır.". Öğrendim ki: Hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, yapayalnız hissetmesine sebep olan insanlarla yaşamasıdır.

- Faydasız bir hayat, erken bir ölümdür.
- Fazla sadaka, dilencileri çoğaltır.

- Gelecek, umut sahibi olanlar için vaadlerle doludur.
- Gökyüzünün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşmanız gerekmez.
- Gözyaşları olanlara ne mutlu.
- Günah, yasak olduğu için acı vermez, acı verici olduğu için yasaktır.
- Günlük fırtınalar, ahlakı takviye eder.
- Güzellik, her yerde hoş karşılanan bir misafirdir.

- Hayal gücü ne ilahi bir hediyedir.
- Hayatı mutlu kılan, sevdiğimiz şeyleri yapmak değildir, yapmak zorunda olduğumuz şeyleri sevmektir.
- Hayatın nimetlerinin değerini bize öğreten, ancak hayatın zahmetleridir.
- Hayattan keyif alabilmek için oturup beklemeye gerek yok. İçinde bulunduğumuz anın tadını çıkarmamız yeterlidir.
- Hemen başla, neyi yapabiliyorsan veya yapabileceğini hayal ediyorsan, başla. Cesarette deha, güç ve büyü de vardır.
- Her kadın bir güldür; koklarsan güzel, sıkarsan acı verir.
- Her sevincin bir acısı, her acının da bir sevinci olur.
- Herkes evinin önünü süpürürse, tüm şehir ve sokaklar tertemiz olur.
- Hiç kimse kaderini değiştiremez ve kaderinden kaçamaz.
- Hiç kimse, affettiği zaman olduğu kadar yükselemez.

- İnandığınız şeyi yapıyorsanız, asla enerjiniz tükenmez.
- İnsan her gün biraz müzik dinlemeli, biraz şiir okumalı, güzel bir resim görmelidir ki dünyevi kaygılar, Tanrı'nın insan ruhuna aşıladığı güzellik duygusunu silip yok etmesin.
- İnsan kendini hiçbir yerde, karıncalar gibi kaynaşan kalabalığı yarıp geçtiği zamanki kadar yalnız hissedemez.
- İnsanların kötü olduğunu görmek beni şaşırtmıyor ama bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce hayretler içinde kalıyorum.
- İster kral ister köylü olsun, dünyada en mutlu insan, evinde huzurlu olandır.
- İşlediğimiz hataların çoğu; düşünmemiz gereken yerde hissetmekten, hissetmemiz gereken yerde düşünmekten ileri gelmektedir.
- İyi bir karın mı olmasını istiyorsun? Öyleyse, tam bir koca ol.
- İyilik, insanları birbirine bağlayan altın zincirdir.

- Kalbimiz bize aklımızdan daha yakındır.
- Kalbini açtıklarına dudaklarını kapama.
- Kalp ne ile doluysa, dudaklardan o dökülür.
- Kardeşlerimi Tanrı yarattı fakat dostlarımı ben buldum.
- Kaybedecek bir şeyi olmayan insandan korkulur.
- Kendi kişiliğini tanımak çok önemlidir.
- Kendine inanmak zorundasın. Aksi halde hayat boyu sana el uzatacak birini beklersin.
- Kesin bilgi ancak çok az bildiğimiz zaman mümkündür. Bilgi miktarımız arttığında süphemiz de artar.
- "Keyfimin yerinde olduğu yer vatanımdır." derler. Bu teselli edici özdeyiş eğer "Yararlı olduğum yer vatanımdır." şeklinde olsaydı, daha iyi söylenmiş olurdu.
- Kim daha korkak? Karanlıktan korkan çocuk mu yoksa, aydınlıktan korkan büyük mü?
- Kirazların ve dutların tadını çocuklardan ve serçelerden sor.
- Kişiliğinizi bulduğunuzda bundan asla ödün vermemelisiniz, ancak o zaman güçlü biri olursunuz.
- Konuşmak bir ihtiyaç ise, dinlemek bir sanattır.
- Korkacağımız tek şey, korkunun kendisidir.
- Korkak, tehlike olmadığı zamanlarda yumruğunu sallar.
- Küçük insanlar kişileri, normal insanlar olayları, büyük insanlar fikirleri tartışırlar.

- Mal kaybeden birşey kaybetmiştir. Onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir. Cesaretini kaybeden herşeyini kaybetmiştir.
- Mimarlık, donmuş musikidir.
- Mükemmel insanların aksayan tarafları daha çok göze batar.

- Nankörlük, zayıf insanların işidir. Kudretli insanlar içinde asla nankör olana rastlamadım.
- Nasıl söz sözü açarsa, başarı da başarıyı doğurur.

- Onların nefret etmeleri için sizin bir büyüklüğünüz olmalıdır.

- Özgür olmadıkları halde kendilerini özgür sananlar kadar köle yoktur.

- Samimi olmayı vaad edebilirim, tarafsız olmayı asla.
- Sanat uzun ama hayatımız kısadır.
- Satranç, entellektüelliğin en üst düzeyidir.
- Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen, sevmiyor demektir.
- Sevmek, inanmak demektir.
- Sorabilmek için önce öğrenmek gerekir.
- Söyle bana kiminle arkadaşlık ediyorsun, sana kim olduğunu söyleyeyim; neyle uğraştığını bilirsem, sende ne olur bilirim.

- Tabiatta herşey bir değişimdir ama her değişimin ardında bir sonsuzluk yatar.
- Tek başına kimse mutlu olamaz, mutluluk ancak başkalarıyla yaşanır.
- Tevazu içinde yürüdüğüm içindir ki önümde bütün yollar açılıyor.
- Tutku ile aşk, büyük işlerin kanatlarıdır.

- Unutulmak korkusu, aydınları daha çok korkutan ikinci ölümdür.
- Uşağım bile olsa, hatamı düzelten, efendim olur.

- Üçbinyıllık geçmişin hesabını yapamayan insan, günlük yaşayan insandır.

- Vatanını tanımayan insanın yabancı ülkeler için bir ölçüsü yoktur.

- Yalan söylemeye kalkanın önce kendini inandırması gerekir.
- Yalnız bilmek yetmez, uygulamak da gerek; yalnız istemek yetmez, yapmak da gerek.
- Yalnızlık tek kelime, söylenişi ne kadar kolay. Oysa, taşınması o kadar zor ki.
- Yanlışlıklar denizine gömüldüğü halde umutla bekleyebilen insan ne talihlidir.
- Yaşamak, kendi kendisini adam etmektir. Zeka ve irfanını kullanarak etinden kemiğinden, kendi eliyle kendi heykelini yapmak demektir.
- Yaşamaya zaman ayırın zira zaman bunun için yaratılmıştır.
- Yeni şeyler denemezsen, yeni şeyler öğrenemezsin.
- Yeterli zamanımız hep vardır, yeter ki doğru kullanalım.

- Zeki adam hemen her şeyi gülünç bulur. Akıllı ise hiçbir şeyi.
- Zorunluluk, en iyi akıl hocasıdır.

VOLTAIRE

"Akıllı kişilerin en büyük talihsizlikleri, salakların saçmalıkları ile başa çıkmak zorunda olmalarıdır."

"Batıl inanç ve cehaletten oluşan fanatizm, bütün asırlar boyunca bir hastalık olmuştur."

"Çok az insan başkalarının deneylerinden yararlanmayı bilecek kadar akıllıdır."

"Fikirlerinize sonuna kadar karşıyım ama onları özgürce ifade edebilmeniz için ölmeye hazırım."

"Gerçek ihtiyaçlar olmadan, gerçek hazlar olmaz."

"Hırs, bir sandalın yelkenini şişiren rüzgara benzer; fazlası gemiyi batırır, azı da gemiyi olduğu yerde tutar."

"İnsan istediği an özgür olur."

"İnsan zeka karşısında eğilir ama şefkat karşısında diz çöker."

"İnsanlar ancak hayalleriyle yaşar ve biraz yaşamaya başlayınca bütün hayallerini kaybederler."

"İnsanlar eşittir; doğum değil, erdemdir farkı yapan."

"İnsanlığın en güzel görevi, adalet dağıtmasıdır."

"Kötü insanlar, iyi insanları sınamaya yararlar."

"Kutsal Roma İmparatorluğu ismiyle kendisini anan ve hala anmaya devam eden bir araya toplanmış yığın, ne kutsaldır, ne Romalı'dır ne de imparatorluktur."

CHURCHILL

Bir İngiliz çift, yaz tatillerini doğayla iç içe geçirmek üzere İskoçya'nın uçsuz bucaksız yemyeşil kırlarına gitmişlerdi. Yanlarında delikanlı oğulları da vardı. Günlerden bir gün, genç adam köyün hemen yanı başındaki koruda tek başına dolaşmaya çıktı. Ağaçlar arasında ıssız su birikintisinin dayanılmaz çekiciliğine kapılarak soyunup suya girdi. Başına geleceklerden ise tabii ki habersizdi.

Vücudunu serin kaynak suyunun keyfine bırakmıştı ki dayanılmaz bir sancıyla bir anda ne olduğunu şaşırdı. Her kramp bir öncekinden daha şiddetli geliyordu. Bir kaç dakika içinde, onu suyun üzerinde tutacak son gücünü de harcadı. Savaşı kaybetmeye başladığını hissetti. Birden dehşet ve panik içinde can havliyle yardım çağırmaya başladı. Yakınlarında bir yerde, tarlada çalışan bir köylü çocuğu, feryatları duyarak yardıma yetişti.

Delikanlının babası, oğlunu ölümden kurtaran genç köylüyü teşekkür için evine davet etti. Sohbet sırasında cesur çocuğa gelecekle ilgili planlarını sordu. "Babam gibi çiftçi olacağım maalesef." diye isteksizce yanıtladı genç adam. Baba şükran duygularıyla dolup taşıyor, vefa borcunu ödeyecek fırsat arıyordu. "Başka bir şey mi olmak isterdin yoksa?" diye üsteledi. "Evet." diye başını öne eğdi genç İskoç ve "Hep doktor olmak isterdim ama bizler fakir insanlarız. Böyle pahalı bir eğitimi babam karşılayamaz..." dedi. "Üzülme... İstediğin olacak. Tıp okuyacaksın. Hazırlan, bütün masraflarını karşılayacağım!" diyen adam kararını vermişti.

Aradan seneler geçti. Aralık 1943'te Sir Winston Leonard Spencer Churchill, Kuzey Afrika'da hastalandı. Teşhis zatürreydi. Hem de çok şiddetli bir zatürre. Hemen, o günlerde penisilin adı verilen mucizevi ilacı keşfeden Sir Alexander Fleming'e haber salındı. Fleming, İngiltere'den Afrika'ya uçtu, yeni ilacını İngiliz Lider'e uyguladı. İlaç hemen etkili oldu ve penisilinin keşfine kadar ölümcül bir hastalık olan zatürre, Churchill'i öldürmeyi başaramadı. Penisilini keşfeden ve ilacı ile hastayı bizzat tedavi eden Fleming, Churchill'in hayatını kurtarmış oldu.

Ama birinci defa değil, ikinci defa...Çünkü yıllar önce İskoçya'daki küçük gölde genç Churchill'i boğulmaktan kurtaran ve çiftçi olacakken, baba Churchill'in maddi desteği sayesinde tıp okuyan o genç İskoç, Doktor Alexander Fleming'ti... (bilgininadresi.net)

---

Churchill, avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir bayan milletvekili, Churchill'e kızgın kızgın şöyle seslenir: "Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım.". Churchill, oldukça sakince dönerek cevabı verir: "Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim.".

Birgün Churchill'in sarhoş olduğunu fark eden bir bayan çalışanı tepki göstermiş: "Siz sarhoşsunuz.". Churchill karşılık vermekte hiç zorlanmamış: "Ben en geç sabaha ayılacağım hanımefendi ama sizin çirkinliğiniz ilelebet baki kalacak.".

Bernard Shaw ile Churchill sık sık birbirlerini iğnelerlermiş. Bernard Shaw, bir oyununun ilk gecesine, Churchill'i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş: 'Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa.'. Churchill, hemen cevap göndermiş: 'Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii ki oyununuz ikinci gece de oynarsa.'.

---

"Herşey canımı sıkıyor."

"Asla vazgeçmeyin."

"Düşen bir çığda, hiçbir kar tanesi kendisini olanlardan sorumlu tutmaz."

"Meşakkat, kan, ter ve gözyaşından başka vaad edecek birşeyim yok."

"Uçurtmalar, rüzgar gücü ile değil, o güce karşı koydukları için yükselirler."

2010-11-14

TAHİR

Tahir efendi bana kelp demiş.
İltifatı bu sözde zahirdir.
Maliki benim mezhebim zira.
İtikadımca kelp tahirdir...

Nef'i'ye, Tahir isiminde bir kadı kelp demiş. Bunu duyan Nef'i de yukarıdaki hicvi yazmış. Aşağıda açıklamasını veriyoruz:

Tahir efendi bana kelp (köpek) demiş.
İltifatı bu sözde aşikardır / bellidir / açıktır.
Benim mezhebim Maliki'dir çünkü.
İnancıma göre kelp (köpek) temiz (tahir)dir...

Burada Nef'i, bir kelimeyi iki manada kullanma sanatını (tevriye) icra ederek, hem köpeğin inancına göre temiz hayvan sınıfında kabul edildiğini ve Tahir'in bu yönden kendine iltifat ettiğini anlatıyor hem de "İtikadımca kelp tahirdir." diyerek Tahir'in köpek olduğunu ima edip (kinaye) bir edebiyat şaheseri ile tarihe geçiyor. (Ahmet Hakan Dönmez)

Not: Bu sanat birçok zamanda, birçok durumda, birçok insana veya insan müsveddesine uyar... (Detay vermeye gerek yok çünkü onlar kendilerini gerçek insanların arasında hemen belli ederler.) Bu sanatı bize seneler önce açıklayarak anlatan, öyle bir anlatan ki bir dakikada bir hayat unutulmayacak bir şekilde öğreten; kendisini önemli bir alim olarak, şeytana ve şeytan uşaklarına, onların numaralarının kat kat üstünleri ile çeşitli şekillerde inen adaletin bir kılıcı olarak değerlendirdiğimiz insana, Soros ismi ile de anılan değerli insana teşekkürler...

2010-11-05

KİMLER

01. Birisi 54 sene, birisi 57 sene yaşamıştır.
02. İkisi de aynı dönemde yaşamıştır.
03. İkisi de çocuk sahibi olmamıştır.
04. İkisi de üç isme sahiptir.
05. İkisi de birbirlerine önem vermiştir.
06. İkisi de üstün hitabet kabiliyetine sahiptir.
07. İkisi de zeka olarak üstün seviyededir.
08. İkisi de fiziksel olarak küçük yapılıdır.
09. İkisi de asi olarak değerlendirilmiştir.
10. İkisi de radikal yönlere sahiptir.
11. İkisi de imparatorluk yıkmıştır.
12. İkisi de devrim yaparak yeni devlet kurmuştur.
13. İkisi de yakınlarını halefleri hakkında uyarmıştır.
14. İkisinin de zehirlendikleri yönünde şüpheler vardır.
15. İkisinden sonra gelenlerin ikisi de baskı uygulamıştır.
16. İkisinden sonra gelenlerin ikisi de çok uzun yaşamıştır.
17. İkisinden sonra ikisinin de görüşleri sansüre uğramıştır.
18. İkisi de birbirine çok benzeyen mozolelerde yatmaktadır.

DÖRT DÖNMECE

Dört dönmece... Dört bilmece...

Soru 1: Bizanslı bir futbol klübünün bir genç takımı olsa ve o takımın 11 kişilik kadrosunun yarısı bile gençlerden kurulu olmasa (çocuklardan veya yaşlılardan kurulu olsa), gençlerin de yarısı malul gençlerden olsa; o takımın akıbeti ne olur?
Cevap 1: Gerçek takımların top toplayıcısı haline gelir...

Soru 2: Bizanslı bir mühendislik şirketinin bir satış ekibi olsa ve o ekibin 11 kişilik kadrosunun yarısı bile mühendislerden kurulu olmasa, mühendislerin de yarısı alakasız mühendislerden olsa; o ekibin akıbeti ne olur?
Cevap 2: Kendisini satacak hale gelir...

Soru 3: Doğu Roma'daki Dandikel ile Avrupa'daki Hollanda arasında nasıl bir benzerlik vardır?
Cevap 3: İkisinde de aynı cins evliliğine rastlanılabilinir...

Soru 4: Doğu Roma'daki Dandikel ile Asya'daki Tayland arasında nasıl bir benzerlik vardır?
Cevap 4: İkisinde de her an bir dönme ile karşılaşılabilinir...

2010-10-18

DİKKAT AYI

Bizans'ta İmparator, önem verdiği kişilere "Abrahamus'a dikkat edin." dermiş. Çağımızda bazı yerlerde 'DİKKAT KÖPEK VAR!' uyarısının çok benzeri 'DİKKAT AYI VAR!' diye yapılırmış. Niye mi?

Ayılığın kitabını hatta ansiklopedisini ve tarihini (okuma - yazma bilmediği için yazısız şekilde yani fiili olarak) yazan Abrahamus, zaman zaman çok tehlikeli olabiliyormuş. Özellikle yemek saatlerinde...

Açlık bastırıp da yiyecek birşeyler bulamadığı zamanlarda insanları yemeğe çalışıyormuş. Genellikle de başarılı oluyormuş. Birkaç kere de İmparator'un yakınlarını (yalakalar, yalamalar, yaltakçılar, yalaklar, yağcılar, yağdanlar, yağdanlıklar, vs.) yemiş.

İnsanlardan günler boyunca haber alınamıyormuş. Ta ki Abrahamus'un balık avlanmak için sık sık gittiği Haliç civarında kurbanların elbiselerinden parçalar bulunana kadar...

Bu durumun gelenekleşir gibi olmasıyla birlikte, kendisini tedbir almak zorunda hisseden İmparator, bir gün bir uyarı fermanı yazdırmış ve demiş ki "Abrahamus'a dikkat edin."

Zamanla İmparator'un bu tatsızlık verici durumu avantaj haline getirmeye karar verdiği ve elbiseler hariç kurbanını tamamen yiyebilecek kadar ayı olan Abrahamus'u faili meçhuller için kullanmaya başladığı söylenilir. Hatta faili meçhul kavramının tarihte ilk olarak bu şekilde ortaya çıktığı bile iddia edilir.

Durumdan sadece İmparator mu yararlanmış? Tabii ki hayır. Zamanın annelerinin de yemek yemeyen, uyumayan veya yaramazlık yapan çocuklarını "Seni Abrahamus'a veririm." diye korkuttukları ve böylelikle her istediklerini yaptırdıkları da çeşitli kaynaklarca rivayet edilmiştir.

ASLAN AYI

Doğu Roma İmparatorluğu ile Batı Roma İmparatorluğu, aynı kaynaktan çıkmalarına ve çeşitli benzerlikler göstermelerine rağmen birçok konuda da rekabet halindelermiş.

Mesela birisi Katolik, birisi Ortodoks olabiliyormuş. Benzer konularda farklı tercihleri oluyormuş.

Batı Roma İmparatorluğu'ndaki hala büyük oranda ayakta duran Kolezyum'da türlü türlü vahşetler olurmuş. Bunlardan bir tanesi de aslanların önüne insanları atmak ve imkansız şartlardaki hayat mücadelesini seyretmekmiş.

Doğu Roma İmparatorluğu da bunu öğrenince hemen bir alternatif geliştirmiş. Kolezyum benzeri bir yer yapmışlar (Malesef o yapı günümüzde mevcut değildir.) ve Kolezyum'daki birçok mücadeleyi orada yaptırmaya başlamışlar.

Ama bir problem varmış: Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans hem maddi açıdan hem de ticaret yolları bakımından rakibi kadar etkili değilmiş ve aslan getiremiyormuş. Aslan da gösterilerin en önemlilerindenmiş.

Bu durum birkaç ay devam etmiş. İmparator devamlı bir çözüm bulamamanın stresi altında etrafındakileri canından bezdiriyormuş. Günlerden bir gün İmparator'un zeki bir danışmanının kafasında ampul yanmış.

Koşa koşa İmparator'un huzuruna gelen danışman, "Ulu Hükümdarım, çözümü buldum, hatta daha iyisi buldum." demiş. İmparator ümitle "Nedir o?" diye sormuş.

"Bizim Abrahamus var ya Yüce İmparatorum, biz de onu kullanalım, problemi halledelim." deyince fikrin ne kadar iyi olduğunu hemen anlayan İmparator, danışmanı 100 altın, 100 cariye ve 100 ayı ile ödüllendirdikten sonra hemen bir ferman yazdırarak Abrahamus'un asli görevini ilan etmiş: Bizans Kolezyumu'nun Baş Ayısı olmak...

Oyunlardaki insanlar yani kurbanlar hariç herkes yeni uygulamadan çok memnun olmuş. En çok da Abrahamus memnun olmuş çünkü hem ayılığı İmparatorluk tarafından da tasdiklenmiş, hem ünlü olmuş hem de avlanma derdinden kurtulmuş...

Zamanla Batı Roma İmparatorluğu'ndaki Papalık kurumunun olayın etkisinde kaldığı ve ayının yapabileceklerinden yani güçten esinlenerek ayıyı amblem olarak kullanmaya başladığı söylenmektedir.

Teoriyi ispatlayabilecek bazı önemli ipuçları:

ALTIN AYI

KAK (Küresel Ayı Konseyi)'ın düzenlediği 1010 senesinin Altın Ayı Ödülü, ayılık konusundaki efsanevi performansı neticesinde Bizans'ın malum camiasından Abrahamus'a verildi. KAK yetkilisi yaptığı açıklamada, seçimin çok doğal olduğunu, oybirliği ile gerçekleştiğini ve aksini düşünmenin dahi zaten mümkün olmadığını söyledi.

Ödülü her zaman olduğu gibi artık bir klasik olan geleneksel tarzı ile yani tam bir ayı havası ve edası ile alan Abrahamus ise "Altın Ayı'nın yegane sahibi benim lan. Bu ödülü aralıksız olarak 25. sefer alıyorum. Artık ödülün üzerine logo olarak kendi resmimi kazıtmayı ve gelecek ayıların önünü açmak için yarışmalardan çekilmeyi bile planlıyorum. Haddinizi bilin lan insanlar." diyerek görüşlerini açıkladı. Ardından, hem sevinç hem de açlık etkisi ile kendisine hakim olamayarak muhabirimizin üzerine saldıran Abrahamus, araya giren onlarca Bizanslı'nın yoğun çabaları neticesinde durdurulabildi.

Kendisine ikram edilen koyunu yerken tören alanındaki hayranlarının 'Mega Ayı - Abrahamus', 'Ultra Ayı Abrahamus', 'Ayılık Seninle Gurur Duyuyor' gibi pankartlar taşıyarak kendisine destek verdiklerini fark eden Abrahamus iyice ayılaşarak tekrar kürsüye geldi. Açıklamalara devam eden Abrahamus, "Ulan, Altın Ayı benim için bir ödül değil. Altın Ayı zaten benim. Ben Altın Ayı'nın yaşayan versiyonuyum. Ben ayılık kavramının gurur kaynağıyım. Niye mi? Çünkü herşeyden önce ben bir ayıyım ulan. Ayrıca ben altın gibiyim. Çöpen düşen altının değeri değişir mi? Değişmez. Ben de dağda da, ormanda da, şehirde de aynıyım; değişmem. Her yerde ayıyım. Yani altın gibi bir ayıyım." dedikten sonra yediği yemeği unutmuş olacak ki yeniden kendisini kaybederek etrafa saldırmaya başlayınca ödül töreni bitmiş oldu.

Benzer sahnelerin her sene yaşanmasından dolayı daima törenlerin son sırasında yer alan Altın Ayı Ödülü, otoriteler tarafından neticesi her zaman belli olan ve en heyecansız ancak en ilgi çekici ödül olarak değerlendiriliyor.

2010-09-30

ADİ MİKROP

Bizans'ın Camlarda Gezen Oğlanı, kendisi gibi birkaç yandaşıyla birlikte evin birisine her zamanki gibi camından girerek hırsızlık yapmış ve işini bitirdiğinde aynı yerden çıkarak, kaçmak için heyecanla koşmaya başlamış.

Soydukları yerin bekçisi olayı fark ederek kaçakları kovalamaya, şiddetle ve hiddetle bağırmaya başlamış: Durun lan adi mikroplar!

Camlarda Gezen Oğlan aniden durmuş ve çaresi olmadığını anlayınca yandaşlarına yorumunu yapmış: Beni tanıdı. Hem 'Adi' hem de 'Mikrop' dedi. Birisini söylese, neyse ama ikisini de bildi. Atıp tutturmuş olamaz. Nasıl anladı ki acaba lan? Neyse. Neyi anlıyorum ki onu anlayayım. Ben teslim oluyorum. Bari siz kaçmaya devam edin...

2010-09-22

METRES

Santi Metres konusu çok ilgi çekiyor. Magazin konularına mümkün mertebe önem ve yer vermememize rağmen ezici çoğunluğun isteği dolayısı ile genel bilgi veriyoruz.

Santi, bazı dillerdeki benzerlerinden dolayı 'aziz' ve metres, birçok dildeki uzunluk ölçüm birimi olan metre olarak değerlendirilebilir. İkisi birlikte Aziz Metre olabilir ama genel anlayışa göre öyle bir kavram olmadığı için gizli bir anlam söz konusudur veya yanlış anlamlandırma yapılmaktadır.

Gizli anlamı veya düzeltmeyi açıklamak için ihtimal değerlendirmesi yapılabilir. Yapılan analiz, gerçek durumu tamamen veya kısmen yansıtmayabilir ki gerekli olan şey, herkesin etrafındakileri analiz ederek yorum yapmasıdır.

Metres, cinsel bir tür köle veya esir veya gönüllü eleman olabilir Santi, santimetre biriminin ifade ettiği bir küçüklük ifadesi olabilir. Santi Metres, küçük yapılı cinsel bir köle veya esir veya gönüllü eleman olabilir.

Santi Metres tahmin edildiği gibi ise onun karşılığı da olmalıdır. Genellikle birşeyin karşılığı onun yakınında veya gizli olur ama bazen de çok sinsi başka yaratıklar, kendilerini belli etmemek için karşılığı olduklarına karşı gibi görünürler ki Santi Metres'in karşılığı olan sapık mahluk ona düşman gibi davranır.

Eğer bir Santi Metres'ten ve onunla olan bir sapık mahluktan şüphe durumu var ise onların birbirleri ile karşıt görünmelerine aldanmamak ve onların menfaatleri nasıl paylaştıklarına konsantre olmak gerekir.

Rivayete göre Bizans'ta olduğu gibi bazı at yetiştirme çiftliklerinde atları yetiştirdiği gibi o atların taşımacılıkta kullanılmalarından da sorumlu olanların, etraftaki cam işlerine bakan başkaları ile savaşıyor gibi görünmelerine ama gerçekte hem iş ortamında hem de işin akabinde birbirlerinin yerlerinde (odalarında ve evlerinde) her dönemde (eskiden de yeniden de) her iğrençliği ve her tiksinçliği yapar vaziyette yaşamış olmalarına dikkat etmek gerekir...

2010-09-04

DARGE

ARGE değil, DARGE...

Çağımızdaki ARGE ile harfleri benzeyen ama anlamı hiç benzemeyen ve tam anlamı hala çözülememiş bir şifre olarak merak uyandırmaya devam eden bir kavram.

Çözülen kısmı ise D & A & R harflerinden oluşan ilk hecesi. Özel anlamlar bekliyor olabilirsiniz ama aynen göründüğü gibi. Burada gizli birşey yok. Bildiğiniz 'dar' kavramı.

Bizans dönemlerindeki DARGE işleri, öylesine dar görüşlü ve dar zihniyetli kişiler tarafından yürütülüyormuş ki onların temel özelliklerinden birisi olan darlık, yaptıkları işleri tarif etmek için kullanılır olmuş. Üstüne üstlük, o kişiler o kadar dar görüşlü ve dar zihniyetli biçarelermiş ki 'dar' kelimesi, sıfat olarak isimlerine (mesela son hecelerine) kadar yerleşmiş...

Not: Yazıda; antik çağlardaki bazı olaylar sadece hayali ve sanatsal olarak incelenilmektedir, dönemimizdeki hiçbir bir iş, kişi veya isim kastedilmemektedir.

2010-08-12

SANAL İNSAN

Bizanslı bir sanal insan yani fizyolojik ve biyolojik olarak insan olmasına rağmen hakikatte ne olduğu meçhul bir mahluk, asırlarca önce zamanın bir düşünürüne, çağımızda sıkça kullanılan ancak anlaşıldığına göre o zamanlar da bazılarınca bilinen 'sanal' kavramı ile laf atmaya çalışmış ve "Sen sanal alemde devam et." gibi birşeyler saçmalamış.

Sanal İnsan'ın 'Sanal Alem' derken neyi ifade etmeye çalıştığını bilemiyoruz. Zaten normal insanlar, uzmanlar tarafından analiz edilebilirler ama ne yapacağını, ne yaptığını hatta ne olduğunu kendisi bile bilmeyen ucube ve acuze tipler, tamamen rastgele hareket ettikleri yani akıl, zeka ve irade gibi mefhumlardan zerre kabilince dahi nasiplenmemiş oldukları için onların davranışlarını ve hareketlerini kestirmek çok zordur hatta imkansızdır. Dolayısı ile biz konu hakkında sadece beyin cimnastiği olması amacı ile ihtimallerden birisini geçerli kabul ederek sadece felsefe amaçlı birşeyler yazabiliyoruz.

Söz konusu Sanal İnsan, günümüzdeki bilgisayar sohbetleri gibi birşeyi o dönemde kastediyorsa, o tür bir olay gerçekte sanal değildir. Mesela yüzyüze konuştuğunuz birisi ile bilgisayar ortamında yazışırsanız, sanal sohbet yapmış olmazsınız, gerçek sohbet yapmış olursunuz veya satın alarak elinizde tuttuğunuz bir gazetenin internet versiyonunu bilgisayarda okursanız, gerçekte aynı şeyi yapmış olursunuz. Değişen tek şey ortamdır ve o ortama sanal ortam denilebilir, gerisi tamamen aynıdır ama geriler aynı olduğunu anlayamazlar...

Netice olarak, kendisine haksızca saldırılmış olan kişinin yaptığı şeyin gerçek olduğunu anlıyoruz. Çoğu durumda sanal olan sadece ortamdır. Kişiler ve eylemler ancak istisnai hallerde sanal olabilirler. Onları da iki madde ile anlatarak konuyu neticelendirelim:

1. Sanal Kişiler: Görüntüde gerçek olan sahte insanlar, fizyolojik ve biyolojik olarak insan olmasına rağmen hakikatte ne olduğu meçhul mahluklar.
Örnek: Bin sene kadar önce Bizans'ta yaşadığı düşünülen Bizanslı Camlarda Gezen Oğlan...

2. Sanal Eylemler: Psikolojik olarak dengesiz olanların gerçek eylem yaptığını zannederek yaptıkları hayali eylemler.
Örnek: Bin sene kadar önce Bizans'ta yaşadığı düşünülen Bizanslı Camlarda Camlarda Gezen Oğlan'ın gerçek hayatta asırlarca önce santimetresi ile yaptığı iğrenç ve tiksinç eylemleri bilgisayarda herhangi birisi ile hayali olarak yapmaya çalışan bir psikopatın eylemleri...

SATILIK İNSAN

Bazıları, bir insanın yapabileceği en iğrenç ve en tiksinç işlerden birisini yaparak vücutlarını satabilirler (veya kiralayabilirler). Bir insanın vücudunu satması çok acıklıdır, bir trajedidir ve fahişelik olarak tarif edilir.

'En iğrenç ve en tiksinç işlerden birisi' olarak tarif ettiğimize göre fahişelikten daha kötü işler de mi var? Malesef var...

İnsanın vücudundan şahsiyet, haysiyet, şeref ve gurur gibi daha değerli şeyleri de vardır ki insan menfaatleri için o tür varlıklarını kiralarsa veya satarsa, fahişelikten de kötü birşey yapmış olur, ruhunu satmış olur, kendisini satmış olur yani satılık insan olur.

Satılık insanları para için, makam için, mevki için, ünvan için veya başka menfaatler için mesleklerini icra ederlerken gören düzgün bir insanın onlara mümkün mertebe bakmaması gerekir ki midesi bulanmasın çünkü öylelerini gerçek bir insanın ne midesi kaldırır ne kanı kaldırır ne de ruhu kaldırır...

ŞEYTAN UŞAKLARI

Şeytan uşaklarına çok dikkat etmek gerekir. Normalde insana zarar veremezler ama hep sinsi sinsi etrafta gezerler ve açık beklerler. Bir açık verildiğinde ise hemen yılan gibi sinsice sokulurlar. Genellikle saldırı niyetlerini saklayarak sokulurlar ki savunmaya geçilemeden bütün köşeleri ele geçirsinler...

Şeytan uşaklarının en belirgin özelliği sıfatlarından da anlaşılacağı gibi şeytana uşaklık etmektir.

Şeytan uşaklarının başka bir belirgin özelliği de vefasızlıktır. Mesela sizi çok sevdiklerini söylerler ama bir şeytan tarafından öldürülürseniz, sizi hemen unuturlar ve katilinizle gezmeye başlarlar hatta katilinizle cenazenize bile katılabilirler.

Şeytan uşaklarının bir diğer özelliği de riyakarlıktır. Mesela siz yaşarken hayatı size zehir ederler; yediğiniz yemekten, içtiğiniz sudan, soluduğunuz havadan bile birşey anlamamanızı sağlayacak kadar zulüm yaparlar size ama bir gün ölürseniz, sızlananların en önünde yer alabilirler.

Şeytan uşaklarının bir özelliği de hayırsızlıktır. Mesela kazandıkları birçok şeyi sizin vesile olmanızla kazanmışlardır ama sizin başınıza bir dert gelince, size destek olacaklarına sizin imkanlarınızla bile sefa sürmeyi tercih edebilirler.

Melun şeytanın melun uşakları hiç bilmezler ki kıyamet kopup da adaletin tam olarak tecelli edeceği o zaman geldiğinde yaptıkları her türlü melanet onlardan ne kadar da feci şekilde çıkacaktır...

Emaneten taşıdıkları imkanları şeytanlara peşkeş çeken şeytan uşakları, akıbetlerine öyle bir yaklaşıyorlar ki netice şimdiden belli oluyor. Her gün daha fazla sosyopat ve psikopat oluyorlar, her gün daha fazla kararıyorlar ve daha az gülüyorlar, her gün (içinde besledikleri şeytanlar da olan) yüzlerine gülüp arkalarından söven (bir bölümü şahsiyetsiz olan) bazı insanlara daha fazla rezil oluyorlar ki bunlar da onların nisbeten iyi zamanlarıdır çünkü yaptıklarının cezalarını ve belalarını bularak perişan olacakları o vakit yani kıyametleri yavaş yavaş ve sindire sindire gelmektedir...

2010-07-07

EN KÖTÜSÜ

Adamın biri alışveriş için pazara gitmiş. Kabak alacakmış. Tanıdığı bir pazarcının tezgahına yaklaşıp sormuş, "İyi kabakların var mı?" diye. Pazarcı da "Fena değil abi. İstersen kendin dene." diye cevap vermiş.

Tezgahta iki cins kabak varmış ve ikisinden de müşterilerin denemeleri için birer tanesi dilimli halde duruyormuş. Adam bir tanesini denemiş. Kısa süre sonra pazarcıya "Sen bana diğerinden bir tane ver." demiş.

Pazarcı, "Ama daha onu denemedin ki abi!" diye karşılık verince müşteri "Bundan daha kötüsü olmaz ki." demiş.

Hayatta da kabak olsun, insan olsun, başka birşey olsun; genellikle deneyerek mukayese etmek gerekir ama bazen öyle durumlar olur ki bir tanesini deneyince anlayacağınızı anlarsınız ve dersiniz ki "Bundan kötüsü olmaz, bu kesin en kötüsüdür; hatta bu rezalet kavramına yeni bir boyut ekleyecek kadar rezildir..."

2010-07-05

ST. METRES

Camlarda gezen oğlan,
evinden çıkıp dolaşacak.
Dükkanında karşısına çıkan,
kaybettiği st. metres olacak...

Yorum: Bizans döneminden kalma olduğu iddia edilen kehanette, binaların camlarını temizlemek için iskelelerde gezen veya çağımızın en önemli camlı eşyalarından birisi olan bilgisayarlarla iş yapan bir adamın, yaşadığı ev veya ofis gibi bir ortamdan kısa veya uzun bir yolculukla ticaret yapılan dükkan, mağaza, imalathane veya fabrika gibi bir yere gideceği ve orada kendisine kaybetmiş olduğu santimetre ölçüm aletinin bulunarak geri verileceği veya Fransızca'da aziz(e) anlamına gelen Saint ünvanlı Metres isimli bir tanıdığıyla yeniden karşılaşacağı veya normalde 'metres' olarak ifade edilmesine rağmen minyon olduğu için 'santimetres' olarak adlandırılan bir kadın ile tekrar birleşeceği anlatılıyor gibidir.

Not: Söz konusu kehanetin doğru olup olmadığı, gerçekleşip gerçekleşmediği, hangi ülkeyi ve hangi iş alanını anlattığı bilinmemektedir ve sadece sanat amaçlı hayali bir yazı çalışması yapılmıştır.

WILLIAM WALLACE

"Evet, savaşın ve belki ölürsünüz. Kaçın ve yaşarsınız. En azından bir süre... Ve şu andan seneler sonra, yataklarınızda ölürken; buraya geri gelerek düşmanlarımıza 'canlarımızı alabileceklerini ama BAĞIMSIZLIĞIMIZ'ı asla alamayacaklarını' söylemek için bir imkanı, sadece bir imkanı, bugünden itibaren BÜTÜN günlerle değişmek istemeyi mi tercih edersiniz?"

2010-06-16

UYDURUK - SAPIK

Bizans'ta uyduruk ve sapık bir ticari yapı varmış. O yapının şimdiki şirketlerle aynı statüde olup omadığını tam olarak bilemiyoruz çünkü kayıtları tahrif olmuş Bizans'ın karanlığında kalmış ama söylentilere göre şimdiki şirketler gibi çalışıyormuş, aslında çalışmaya çalışıyormuş çünkü birşey becerebildiği yokmuş.

Çalışmaya çalışıp onda bile başarısız olunca da masraflarını karşılayabilemek için gelir kaynakları arıyormuş. O kaynaklardan birisi ise kiraymış. Ama nasıl kira? Bizans'ta evlerde yemek yapılmayınca insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere şimdiki lokanta benzeri han kirası... Başka? Yemekten sonra içmek isteyenlere hizmet veren şimdiki bar benzeri taverna kirası... Adım adım nereye gidiyor? Önce iş, sonra yemek, sonra içmek derken adım adım başka bir sektöre yakınlaşma var gibi görünüyor...

O sektör ise o kadar beceriksiz olan o sapık camianın başarılı olabileceği bir sektörmüş. Sürpriz bir yorum, değil mi? Tabii ki sürpriz çünkü onlar ile başarı, birlikte anılamayacak kavramlar ve onlar ancak başarısızlıkta başarılı olabilirler ama bir istisna olmuş ve başarılı olmuşlar çünkü onların hayat tarzları o sektörün kopyası gibiymiş. Öyle ki onlardan ciddi görünen bir Bizanslı bile, yanında çalışan yılışık bir Bizanslı'yla çok rahat iğrenç şeyler yapabilirmiş. Akabinde küsebilirmiş. Akabinde barışabilirmiş. Uzaklaşırmış. Yakınlaşırmış. İkisi de bekar, ikisi de evli veya birisi bekar, birisi evli olarak (toplamda dört çeşit medeni durum alternatifi ile) o durumlar yaşanabilirmiş çünkü onların kalpleri de ruhları da tiksinçliğe müsaitmiş, hatta tiksinçliğin beşiğiymiş onlar...

Not: Kaynağı kesin olmamakla birlikte yüzyıllarca öncesinin bazı olaylarının rivayetlerine göre yazılan hayali yazıda Bizans'ın herhangi bir döneminde sahip olduğu topraklarda herhangi bir çağda yaşamış olan hiçbir özel ve/veya tüzel kişik kastedilmemektedir.

ASALAK - HIV

Şeytan hamiliğinden şeytan uşaklığına ters terfi eden zavallı ve biçare kifayetsiz muhteris bir yönetici müsveddesi bize 'asalak' diyerek kendince yani kendi milimetrelik çapı ve kapasitesi nisbetince hakaret etmeye çalışmış ama alçala alçala zeminle aynı seviyeye gelen ve onunla da yetinmeyerek arzın merkezini hedefleyen ucube bir zihniyetin bize hakaret etmesi bizim için sadece iltifat olabilir ve asıl öyle birisi bize iltifat etse, bizim "Acaba ne hata(ları)mız var?" diyerek kendimizi çok detaylı şekilde kontrol etmemiz gerekir.

Bizi herkes sevmez, sevemez ve şeytan hamiliği ile şeytan uşaklığı arasında debelenenlerin bizi sevmemeleri ise bizim için sadece şeref olabilir...

Ayrıca sapıklığa asla ortak olmayarak, her türlü sapık odağı iğrenerek ve tiksinerek terk edenlere 'asalak' denilmesi çok ilginçtir çünkü 'Hangi asalak bir yerden kendiliğinden gider?' diye düşününce bile bir cümlelik bir hakaret denemesini dahi başaramayacak kadar beceriksiz olan yani kendi kendisini çürüten bir mantık hatasının yani bir zihniyet fukaralığının aciz sahibinin eline imkan geçse, daha neleri çürüterek imha edeceği de cevabı çok vahim olan bir soru olur ve o aciz zihniyetin temsilcileri asalak olmak bir yana asalakları bile öldürecek kadar bereketsiz ve tehlikeli hivlerdir yani virüslerdir ki yine de ortada rekor bir performans vardır çünkü mantık mahrumu olanın mantık hatası yapması da destansı bir başarıdır...

Not: Bizans zamanının sahibi bilinmeyen bir günlüğünden alıntıdır.

2010-06-04

SADAKA PARASI

Bazıları halk desteği sağlamak için çocuklara oyuncak dağıtırlar, çocuklar da sevinir. Başkaları da "O çocuklara oyuncak vereceğine o çocuğun ailesine iş imkanı sağlasa, onlar kendi mallarını kendileri alabilirler." derler.

Bizans'ta da özellikle bazı gerçekler vurgulanınca toplumsal bilinçlenmenin artmasından endişelenen bazı toplum mühendisleri de gündemi değiştirmek için para dağıtma yolunu seçerlermiş. Onlar akıl hocalığı yaparlarmış, bazıları da 'bunlar para alıyorlar, onların dedikleri mutlaka doğrudur' diye düşünerek körü körüne takip ederlermiş.

O zihniyettekiler Bizans'ı öyle bir hale getirmişler ki millet birbirinden birkaç para borç isteyecek hale gelmiş. O durumdakilere de zaman zaman 100 sadaka parası verilince rahatlama olurmuş. (Birisini herhangi bir maddeye alıştırıp, o kişi yoksunluk çekince bir miktar vererek sahte bir yardım yapmak gibi...)

Kimse demez miymiş acaba "Milletin refah seviyesini arttırmak lazım; onları üç paraya, beş paraya, yüz paraya muhtaç etmemek lazım; sadaka bekler duruma getirmemek lazım onları." diye? Millet de küçük şeylere sevinip büyük şeyleri unutur muymuş acaba?

2010-05-04

GM TİPLERİ

Ali ile Veli andaval mı andaval, mankafa mı mankafa, dangalak mı dangalak, ablak mı ablak iki arkadaşmış. Bunlar birgün on civarında ortak ve yüz kadar çalışan bulup, bir şirket kurmaya karar vermişler. İkisi de acaip geri oldukları için hangisinin gerilikte daha ileri gittiğini anlamak pek mümkün değilmiş ama görünüşe göre Ali biraz daha az geri olduğu için nisbeten daha kurnazmış ve GM konusundaki o kendisini adeta kudurtan ve çıldırtan hırsını da Veli'ye kabul ettirmeyi planlamış. Aralarında şu konuşma geçmiş:

A: Veliii, la Veliii. Gel la gel. Yırtık abicim. Yırttık.
V: Nasıl abisi? Yine bi plan mı yaptın şirket için?
A: Malı götürücez. Köşeyi dönücez. Paraya para demicez.
V: Ne dicez peki? Bi düşünelim ama nasıl düşünülüyodu ya?
A: Düşünür gibi yap yeter. Seninle süper işbirliği yapıcaz, di mi?
V: Yaparız, yaparız. Bence çok başarılı oluruz. Kafa var bizde.
A: Tabii plan, program ve işbölümü de yapmamız lazım haaa.
V: Olur. Onu da yapalım hemen. Toplantı yapıp mı halledelim?
A: Yok lan. Bunu hemen halledelim. Ben GM oluyum.
V: Ol da GM ne? General Motors mu?
A: Ne alakası var lan? O dediğin bi şirket. Amerikan mı ne.
V: Haaa. Pardon. Şirket olunca şirkette olmuyo, di mi?
A: Olmaz tabii aslanım. Biraz kafanı çalıştır.
V: O zaman harflerden gidiyim. Tamaaam. Güdümlü Müdür mü?
A: Dalga mı geçiyosun lan? Güdümlü Müdür diye ünvan mı olur?
V: Olmaz mı abi?
A: Olmaz tabii oğlum. O ancak sıfat olabilir.
V: Ben bulamıyorum abisi ya.
A: Genel Müdür aslanım, aptalım, salağım. Genel Müdür!
V: Haaa. Anladım. Sen Genel Müdür ol. Ben de Müdür oluyum.
A: Hah. İşte sonunda iyi bi iş adamı oldun bak. Müthişsin.
V: Yok canım. Sen müthişsin Alicim, abicim, adicim.
A: Adi mi dedin sen bana?
V: Yok ya. Sen müthişsin aslanım, kaplanım, çakalım.
A: Ne çakalı ulan hödük?
V: Çalışanlara çakalım diyorum liderim, başkanım, soytarım.
A: Soytarı kim ulan dingil?
V: Ortakları soyalım diyecektim müdürüm, pırlantam, çakmam.

Konuşmalar işte böylece sürüp gitmiş. Ali ile Veli, GM - Güdümlü Müdür - Genel Müdür konulu konuşmalarının ardından iş hayatına atılmışlar. Ali seviniyormuş çünkü Veli'nin kontrolü tamamen kendisine bıraktığına karar vererek onun tam bir enayi olduğunu düşünüyormuş. Veli de seviniyormuş çünkü tam bir kalas olmasına rağmen kendisini olduğundan daha da kalas gibi göstererek Ali'nin gardını indirttiğini ve o şekilde devam ederek kendisini Genel Müdür zanneden arkadaşı yükü sırtlarken aslında kendi kontrolündeki bir Güdümlü Müdür olacağını düşünüyormuş. Peki hangisi kazanmış?

Bu tip bir durumda istatistik olarak iki tarafın da kazanması mümkün değildir ve normal şartlarda Ali de kazanmış olabilir, Veli de kazanmış olabilir, yanlış işbirliği ile ikisi birden de kaybetmiş olabilir. Yani normal bir durumda 3 ihtimal var. Yazının başındaki bilgi ise durumun normal değil, anormal olduğunu belirtiyor. O bilgiyi hatırlayalım: 'Ali ile Veli andaval mı andaval, mankafa mı mankafa, dangalak mı dangalak, ablak mı ablak iki arkadaşmış.' Dolayısı ile böyle iki kişinin tek tek de çift çift de başarılı olmaları matematik, sosyoloji ve psikoloji kurallarına göre mümkün olmayacağına göre zaten gerilikte ileri gitmiş iki arkadaşın bir de daha ilk andan itibaren birbirlerine entrika yaparak karıştırdıkları işlerinin batması kaçınımaz bir tabiat kanunudur. İşi bir gemiye benzetirsek, durum daha da ilginç oluyor çünkü bir geminin batması için denizde olması gerekir. Bunların ise gemiyi değil denizlere açmak, tersaneden çıkarmaları bile çok düşük bir ihtimaldir. Eğer denizdeki bir gemiyi bir şekilde devralmış veya ele geçirmiş olsalardı, o zaman batırmalarından bahsedilebilirdi ama bunların gemiyi batırmayı bile beceremeden olduğu yerde çürütmeleri en beklenilir neticedir.

Not: Yazıda, Ali ile Veli olarak anlatılan iki kişi tamamen hayalidir ve isimleri gerçekten Ali ile Veli olan hiçkimse kastedilmemektedir.


2010-05-01

MUZ ŞİRKETİ

Muz Cumhuriyeti'nde M.Ö. 1955 senesinde kurulup M.Ö. 1895 senesinde batan Muz Şirketi'nde, bir süre çalışmış bir kişiye ait olduğu düşünülen bazı el yazmaları bulundu. Hatıraların işle ilgili kısımlarında ilginç bir bölüm var. Şöyle yazıyor:
"Muz Şirketi'nde, normalde kısa ama o şartlarda uzun süre çalıştım. İnsanlarla ilgili de çalıştım. Şükürler olsun ki mahçup olacağım kimseyi şirkete sokmadım. Zamanla hayırlı olan o yer, şerli hale geldi. O zaman da başka bir yöntemle insanları anlamaya başladım: Yaprak Dökümü başladı yani gelmelerine sebep olduklarımın, gitme yani kendilerini kurtarma dönemleri başladı. Zaten biliyordum ama o zaman emin oldum ki hakikaten uygun kişiler seçilmiş. Oranın hayırlı hali için alınan kişilerin ne kadar isabetli tercihler oldukları, oranın şerli halinden ayrılmalarıyla tescillenmiş oldu..."

İlerleyen kısımlarda o zaman için kehanet gibi olan ifadeler var:
"Burası çok değişti. Bütün ilkeler ayaklar altına alındı. Adalet yok edildi, zulüm meslek bellendi. Kifayetsiz muhterislerin oyun sahası haline geldi buralar. Böyle giderse, köklü olduğuyla övünen Muz Şirketi; değil tarih, fosil olacak. Yerinde yeller esecek. Yerine yeni yerler gelecek. Bunlar, şirketi kendilerine benzettiler. Bu gidişle, ne cismi kalacak ne de ismi. Bundan birkaç bin sene sonra hiçkimse Muz Şirketi'ni bilmeyecek bile. Muz Şirketi'ni mahvedenleri ise sadece tarih, o da yaptıkları haksızlıklardan dolayı verecekleri hesap yüzünden bilecek..."

En ibret verici kısım ise tek cümle ile ifade ediliyor:
"Korkarım ki bunlar işleri öylesine rezil edecekler ki buranın çöküşüyle birlikte ülkemizin adını taşıyan Muz Şirketi yüzünden ülkemizin ismi olan 'Muz Cumhuriyeti' sadece alay için kullanılır olacak!"

BİR CİHAZ

Bazılarının çok işine yarayabileceğini hatta hayatlarının vazgeçilmezlerinden birisi olabileceğini düşündüğümüz bir cihaz var: Takometre.

Takometre, Türk Dil Kurumu'na göre takograf olarak da ifade edilen, motorlu araçlardaki hızı ve sinemacılıkta kameraya takılan, çekim sırasında geçen kare sayısını ölçen cihazdır. Takometre bir başka çeşit ölçüm için de kullanılmaktadır. Bizans'ta yaşamış olan ve günümüzde sahte koç, sahte uzman, sahte danışman gibi kelimelerle ifade edebileceğimiz şarlatanlar takımının, uyanıklıklarıyla elde ettiği kazançları ölçmek için icat edilmiştir.

Bizans'taki o şarlatanlar öylesine kurnaz şekilde camiaya nüfuz etmişler ve Bizans'ın güdümlüklerini öylesine etkilemişler ki önce milleti birbirine düşürmüşler sonra da birkaç etkili etkisizi veya etkisiz etkiliyi sistematik ve periyodik olarak söğüşlemişler.

Söğüşlemeleri öylesine ciddi ve vahim boyutlara varmış ki artık olayın boyutlarını anlayabilmek için bir alet gerekir olmuş. Bizanslı bazı gönüllüler de aralarından bir mucit arkadaşlarını ikna ederek aleti yaptırmışlar.

Olay çok basit olduğu için alet de çok basitmiş. Konuyu bilen Bizanslılar'ın arasında, elden ele ve gizlice dolaştırılarak istenildiği zaman hemen ölçüm yaparak neticeyi yüzde birkaç mertebesindeki bir hata payıyla verebiliyormuş. Ancak bir eksiklik varmış: Aletin daha ismi yokmuş. Ona da birşey bulmaları gerekiyormuş.

İşte o zaman da söz sanatında usta olan birisi ortaya çıkarak şu konuşmayı yapmış: "Arkadaşlar, bu şarlatanlar bizi acaip söğüşlediler. Bunlar bize çok fena taktılar. Hem de öyle bir taktılar ki yan yana koysak Doğu Roma'dan Batı Roma'ya kadar rahat gider. Yani şuradan bizim Patrik uzatsa, oradan onların Papa tutar. Acaip birşey bu iş. O yüzden biz bu cihaza takmayı ifade etmesi için 'tako' ve mesafeyi ifade etmesi için 'metre' diyelim. Bunun adı Takometre olsun arkadaşlar."

Konuşma müthiş bir çoşkuyla karşılanmış ve teklif, oybirliğiyle alkışlar arasında kabul edilmiş. İşte o gün bugündür, Bizans'ta icat edilen o aletin adı Takometre olarak dilden dile dolaşmış ve modern dönemlerdeki hız ölçümü için kullanılan Takometre cihazının da hem işlev hem de isim olarak ilham kaynağı, adeta atası olmuştur.